14 Mayıs 2010 Cuma

Maserati'ye Yaz Geldi


Yaz geldi herkes tatil planları yaparken haklı olarak otomobil firmalarıda boş durmuyor ve yaz planlarını gerçekleştiriyor. Otomobiller için yaz, üstü açık modellerden ibarettir. Tabii hepsine yakışmasa da bazı markaların üstü açık otomobilleri daha bir çekicidir. Evet yaz geldi ve kullanıcılar üstü açık modellerle daha fazla ilgilenmeye başlarken ünlü İtalyan spor otomobil üreticisi Maserati'de geri kalmayarak GranCabrio'nun Türkiye lansmanını güzel bir partiyle gerçekleştirdi.

GranCabrio modeliyle GranTurismo ailesine yeni bir model ekleyen Maserati, kumaş tavan kullandığı GranCabrio'nun kalbini 4.7 litrelik 440 Hp'lik motorla süslemiş. Kumaş tavanın renk seçenekleri bulunduğu GranCabrio'ya, S modelinde kullanılan 6 ileri yarı otomatik şanzıman entegre edilmiş. GranTurismo S modelinden hiç bir farkı bulunmayan GranCabrio'nun Türkiye kotası sınırlı tutulmuş.

Gelelim kendi izlenimlerime. İlk olarak GranCabrio'nun tek motor seçeneğiyle sunulması fiyat konusunda müşterilerin tek seçeneğinin olduğunu gösteriyor. Bence hem 4.2 hemde 4.7 litrelik motor seçeneği olması gerekirdi. İkinci olarak, kumaş tavan konusu. Kumaş tavanın otomobile bir ruh kattığı kaçınılmaz bir gerçek. Ancak bunun yanında kullanım zorluğu, iç mekanda yarattığı huzursuzluk (gürültü gibi) kumaş tavanın dezavantajlarından bir kaçı. Son olarak kumaş tavanlı GranCabrio, GranTurismo'nun üstü kesilmiş versiyonu gibi durması tasarım konusunda beni pek memnun etmedi. Bence soft top yerine hard top kullanılsaydı C sütununda oluşan görsel bozukluk giderilmiş olurdu. Buna ek olarak hard top kullanılmış olsaydı C sütununda bulunan "Saetta" logosuda ortadan kaybolmamış olurdu.

Madem soft top kullanıldı ve Maserati Ferrari'nin partneri neden soft top yaptığında Maserati, Ferrari'nin Spider modelleriyle Coupe modelleri arasında ki tasarım farkını kopyalamamış?(Bkz. F430 Spider ve Coupe'nin arka tasarımına)"ES"

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Biri Otomobil Mi Dedi?


Bir kaç gün yoğunluktan dolayı yazı yazamadım bütün okurlardan özür diliyorum. Ve bundan sonra yazılarımı haftada bir olarak değiştirmeye karar verdim ancak önemli bir gelişme olduğunda ekleme yapacağım.

Şimdi gelelim bu gün bahsedeceğim konuya. Bu gün bir arkadaşımla otomobiller konusunda konuşurken piyasada alınacak ne otomobil olduğunu sordu. Tabii ki bende şuan için ciddi bir adayın olmadığı konusunda onu ikna ettim Evet bu konuda biraz karamsar düşünüyorum. Hatta umarım yazılarım üreticiler tarafından da okunuyordur. Çünkü onlara bir kaç önerim ve eleştirim olacak.

Bu günlerde canınız otomobil almak istese aklınızda iyi bir seçim kriterleri yoksa sakın otomobil almayı düşünmeyin çünkü size garanti ediyorum hiç bir otomobili beğenmeyecek ve almayacaksınız. Son bir kaç senede otomobil dünyasında köklü değişikler oldu. İlk olarak otomobillerin kasalarından başlamak istiyorum. Eskiden bir otomobil üretilir ve su içinde 5-6 sene hiç bir makyaj görmeden piyasada kalır sonrasında makyajlı kasası gelir ve kasa tamamiyle değişirdi. Şimdiki duruma bakarsak yeni üretilen otomobiller maksimum 3-4 sene piyasada , sonrasında 2 senelik bir makyaj döneminden sonra hop yeni kasası. Bu söylediklerimin pekişmesi için bir örnek vermek istiyorum. En sevdiğim markalardan olan BMW, E90 kasasını 2005 yılında üretime soktu. Dizel modeli üzerinden örneğime devam etmek istiyorum. 2005 yılında çıkan E90 320d'ler 163 HP'lik motorlarla piyasaya sürüldü, yıl 2009 177 HP'likler çıktı tam bir sene sonra 2010'da 184 HP'ye yükseldi. Peki ilk olarak bahsettiğim kasa noldu? Motoru gibi durmadan mıncıklanan BMW 3'lerin kasalarıda değişti. Ön far gurubu, arka stop grubu ve ufak tefek çizgi değişiklikleri.... Peki BMW'nun bu yaptığı değişiklikler müşterilerine yapılmış bir ayıp değilde nedir?

İkinci şikayetçi olduğum konu şimdiki otomobillerin sağlamlığı konusunda. Teknoloji ilerledikçe otomobil dünyası ileri gideceğine bence geriye doğru gitmeye başladı. Otomobilin her bir noktasının elektronik olması, müşterilerin satış sonrası hizmetlerinin kapısını aşındırmaya yöneltti. Ve artık sürüş zevkininde ortadan kalkmasına neden oldu. Her yeni otomobilde artık aklıma şu soru geliyor acaba bu ne zaman arıza çıkaracak? Her yeni otomobilin serseri mayın gibi ne zaman ne yapacağının bilinmemesi bence sürücülerin tedirgin olmasına sebep oluyor. Hele birde büyük markaların otomobillerini geri çağırması sağlamlık konusunda beni daha fazla endişelendiriyor. Son olarak bu zincire Porsche'nin Panamera'sınıda eklediğimizde artık gerisini siz düşünün...

Şimdi size soruyorum cebinizde paranız olsa hangi otomobil sahibi olmak istersiniz?"ES"

6 Mayıs 2010 Perşembe

"Fransız Kalmak"


2010 Şangay Otomobil Fuar'ında gösterilecek olan Citroen'in yeni konsept otomobili Metropolis geleceğin otomobil tasarımını simgeliyor. Otomobilin ana çizgileri boyutları hakkında biraz ipucu verse de üretilip tüketiciye ulaşmadan tam anlayamayız.

İlk olarak ön tasarımından başlarsam, sanki içinde V8 olacakmış gibi geniş hava kanallarına sahip olması biraz abartı unsurlardan. Citroen ambleminin enine uzanması hoş bir görüntü yaratmış. Ön far gurubu ince olması sert bir görünüm sağlamış ancak farların altında bulunan hava girişleri yerine güzel bir led sistemi hoş durabilirdi. Yandan baktığımda, ilk gözüme çarpan Rolls Royce'un kapı sistemini kopyalaması. Tavan çizgisinin daha düşük olması ve camların kısa tutulması Chrysler 300c'nin kine benzemesine sebep olmuş. Gelelim arka tasarıma, çift egzos sportif bir görünüm sağlamış ancak arka tasarımın en büyük eksisi dikkatli bakıldığında Mitsubishi Lancer'in ön tampon yapısıyla birebir aynı olması.

Tabii ki bu otomobilin birebir aynısı üretilmeyecek ancak şu bir gerçek ki Citroen gene kopyala yapıştır sisteminden vazgeçmemiş ve bütün markalardan ufak tefek tasarım detayı alarak konsept bir otomobil üretmiş."ES"

Link: http://bit.ly/cd3PWT

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir Tarihin Yok Oluşu "İzmit Körfez Pisti"


Otomobilin doğuşuyla birlikte insanlar hep gelişmek, daha iyiyi yakalamak için çabalamış. Markalar ise otomobillerini geliştirmek için bir birleriyle yarışmış. Bu geliştirme sonucunda ise yol otomobilleri yapmak yetmemiş daha hızlı gitmek için yarış otomobilleri yapmışlar. Tabii yarışmak için kullanılan mekan olarak normal yolları seçmişler daha sonralarında ise pist kavramını bularak daha güvenli bir mekana geçiş yapmışlar.

Pistlerin tarihine bakıldığında, ilk zamanlarda pistlerin durumu normal yollardan farklı değildi. Otomobiller tam gaz seyircilerin 1 metre önünden geçerken arada samandan ince bir ip vardı. Hatta seyirciler geçen sürücülere destek vermek için yolun ortasına kadar gelip ellerini kollarını otomobillere değdirmek için bir birleriyle yarışıyorlardı. Bununla birlikte ölümlerin sayısı artınca yetkililerin aklı yerine gelmiş ve bu salaklığa bir son vermek için yarış güvenliği konusunda adım atmaya karar vermişlerdi. Doğal olarakta yarış pistlerin önemi ve maliyeti daha fazla artarak markalar ve yarışçılar için daha önemli bir konuma gelmiştir.

Markaların yarış tutkusu artmaya devam edince ülkelerde bu talebe karşı yarış pistlerinin sayısını arttırmak için çalışmalara başlamışlardır. Türkiye'de bu konuda geri kalmayıp tatmin etmese de bu talebi karşılamıştır. Bu günkü yazımda herkesin bir anısının bulunduğu İzmit Körfez Pisti hakkında yorumlarımı yazacağım.

Adı üstünde İzmit'in körfezinde bulunan ve ilk yapıldığı yılda etrafında hiç bir yerleşim yerinin bulunmadığı bu pistte sayısız yarış ve etkinlik yapılmıştır. Hatta şuanda dünyanın da tanıdığı Superbike pilotu Kenan Sofuoğlu'nun motosiklet pist deneyimini ilk yaşadığı yerdir Körfez. İstanbul'a yakınlığıyla birlikte yarışmak isteyenlerin çok kısa bir sürede gelebileceği haftasonlarında trafiğe açık yolda değilde pistte, içlerindeki yarışçıları çıkarabilecekleri nadir güzel yerlerden biridir. Ancak TOSFED'in (Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu) ve sporla ilgili bakanlığın ilk zamandan bu zamana kadar gereken desteği vermemesiyle birlikte zamanla pist kendi kaderine terk edilmiştir. İyi yönetilememesi, iyi işletilememesi Türkiye'den çıkabilecek pilotlarının da yetişememesine neden olmuştur. Şöyle bir basit mantıkla düşünürsek Türkiye'nin çok genç bir nüfusu bulunmakta ve bu genç nüfus 18 yaşına gelince ehliyet almaya hak kazanıyor. İçlerinde benim gibi otomobil sever, yarış sever bir çok genç bulunmakta. Eğer kimse bu kişileri desteklemez hatta ellerindesi imkanlarıda kısıtmala yoluna giderse doğal olarak bu kişiler kendilerini trafiğe açık yollarda denemeye başlayacaktır. "Abi geçen S virajına yan yan girdim, kızıltoprak virajına girmeden sola yapış sonra sağa doğru içeri at kendini araba bak nasıl yere oturuyor" gibi konuşmalar yapılır ve sonrası ise cenaze arabasının arkasında zıplıya zıplaya(malum yollarımız orman yolundan beter olduğu için) mezara yolculuk. İşte Türkiye'deki yetkililer hayatları boyunca stratejik iletişim mantığını oturtmadıkları için İzmit Körfez Pistimizi kapatmak için ellerinden geleni yapımışlardır. Allah aşkına yetkililerin sebeplerine bakar mısınız "gürültü kirliliği yarattığı" gerekçesiyle Körfez pistini mühürledirler. Bu nasıl bir gerekçedir. Pist yapıldığında etrafında bir adet ev yoktu evler daha sonralarında yapıldı bunun tam tabiri "Dağdan gelip bağdakini kovmaktır."

Benim söyleyeceklerim bu kadar yorum sizin...."ES"

4 Mayıs 2010 Salı

Atom Karınca!!!


Bir önceki yazımda biraz otomobil tarihinden bahsetmiş, dizaynları hakkında yorumlar yapmıştım. Bu günkü yazım onun devamı niteliğinde ama bu sefer otomobillerin boyutları hakkında nacizhane fikirlerimi paylaşacağım. Ford'un ilk üretime soktuğu T model zamanın yol şartlarına en uygun otomobil olmuştu. Düşünün o zamanlar otomobil sahibi kişiler insanlar tarafından parmakla gösterilirdi. Ülkenin hiç bir yerinde otopark derdi olmadan otomobil sahipleri istedikleri yere istedikleri biçimde park edebiliyorlardı.

Yıllar geçip dünyanın nüfusu artmaya başlayınca, yeni binalar, evler yapılmaya başlanmış ve buna bağlı olarak şehir merkezlerindeki insanların sayısı artmaya başlamıştı. Ancak buna rağmen Amerikan otomobil endüstrisi nüfus artışı ve kalabalığı düşünmeden boyu 6-7 metreyi bulan otomobiller üretmişti. (örn:'59 Cadillac Eldorado 5.7metre) Tabii ki Amerika'nın yol şartları ve yüz ölçümüne bakarsak bu durum Amerikan halkını pek etkilemese de Avrupa'da durum biraz farklıydı.

Büyük otomobillerin zamanında insanlar üzerinde psikolojik olarakta etkileyici tarafı vardır. Uzun ve şaşalı otomobiller zenginliğin göstergesi olarak bugün bile geçerli bir düşünce tarzıdır. Ancak bugünlerde durum artık eskiye göre çok daha farklı. Özellikle Türkiye'de artık RTE'nin yaptığı gaz açıklamayla birlikte nüfus artışı önlenemez bir hal almış ve bu durum büyük merkezlerde trafiğin artmasına ve otopark çilesinin önüne geçilemez olmasını sağlamıştır. Buna bir de uzun otomobillerin (sedan sever bir ülke olduğumuz için) sayısı eklenince durum dahada vahim hal alıyor.

Türk insanda "aile" kavramının önemli olması kişileri sedan veya stationwagon modellere daha fazla yönlendiriyor. Markalarda eksik olmasın bu taleplere karşı hiç geri kalmadan hatta küçük modellerinden bozma sedan otomobil üretiyorlar. (örn:Peugeot 206 Sedan) Eskilere bakarsak Tofaş'ın Kartal modeli, Fiat'ın Tempra'sı. Şimdilerde Renault'un Clio Symbol'ü gibi modeller hem yol tutuşu hemde güvenlik bakımından canlı bomba gibi yollarda gezmekteler. Diğer taraftan başka bir sorun olan otoparkları gereksiz yere işgal etmeleri. Zaten çarpık kentleşme konusunda dünya rekoru elimizde, birde buna ek otopark sorunu sürücüleri biraz daha duyarlı hale getirmesi gerekirken, insanımız halen zengin olduğunda S klas, 7 serisi gibi modellerin hayalini kuruyor. Tamam onların konforu, teknolojisi, kalitesi tartışılmaz ama bence şehir içi için herkesin küçük boyutlarda bir otomobile sahip olması lazım. Bu gün dünya ülkesi sayabileceğimiz İtalya'da insanlar şehir içinde Smart markasını hiç çekinmeden, yüzü kızarmadan gayet rahat kullanırken bizde o otomobiller utanç sembolü haline gelmiş durumda.

Bence devletin MTV uygulamasını otomobillerin motor hacmine göre değil otomobillerin boyutlarına göre değiştirirse insanımızda belki küçük otomobil kullanmayı öğrenmiş olur."ES"

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Güzel ve Çirkin?


İnsanoğlu otomobille tanıştığı ilk yıllarda, seri üretim modeli geliştirerek fabrikadan her çıkan otomobili aynı şekilde üretmeyi başarmıştır. Sonraki yıllarda değişen ve gelişen dünya şartlarına bağlı olarak insanların ihtiyaç ve istekleride değişmiştir. İşte otomobillerinde gelişim süreci tam bu noktada başlamıştır. Seri üretim sürecinin babası olarak bilinen Henry Ford 1908 yılında Ford T modeli piyasaya sürerek otomobil tarihinin gelişim sürecini başlatmıştır. İlk olarak dış görünüşle işe başlayan üreticiler daha sonralarında teknik alt yapı konusuna el atarak gelişim sürecini hızlandırmayı bilmişler.

Yıllar geçti firmaların yüksek okul mezunu, 3 le 10 arası lisan bilen, asosyal mühendisleri yeri geldi şuursuzca otomobil tasarlayıp, bunlarıda müdürlerine bir şekilde yutturup üretime sokmayı başardılar. Tabii sözüm her mühendise değil bunların yanında efsane olmuş, akıldan asla çıkmayan, iyi ses getirmiş bir çok modelde olmuştur. Bu süreç mühendislerin o günkü moralleri ve havalarıyla değişkenlik gösterip bir sene çok güzel işler yapmış kişiler bir sene sonra inanılmaz derecede kötü işler yapmayı becerebildiler. Ee buda bir kabiliyet olsa gerek boşuna almamışlar o diplomaları.

Gelelim şimdi bu dönemlerde bu yüksek okul mezunu mühendislerin yaptıkları işleri sorgulamaya. Her dönemin çok satan otomobili olduğu gibi alınmayacak otomobili de vardır demiştim. Bir kaç örnek üstünden gidersem, ilk örneğim Chevrolet'in 1968 ve 1970 İmpala'sı olacak. Chevrolet'in o dönemlerde otomobil sevenlerin aklında oturmuş bir çizgisi vardı ancak '68 ve '70 modellerinde mühendislerin yaptıkları "hantal" yapıyla oluşan negatif düşünceler o yıl otomobillerin tutmamasına ve ileride klasik yapılmayacak otomobil sınıfına girmesine sebep oldu. Başka bir örnek ise şimdi dünya devleri arasında bulunan Audi. O dönemde bulunan Audi 80 ve 100 modelleri özellikle Türkiye'de çok sorun çıkaran durmadan debriyaj telinin kopmasından dolayı sürücüleri çılgına çevirmesiyle ünlüydü. Gerçi reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ama işte kötü her zaman kötüdür.

Bu gün teknolojinin gelişmediğini söyleyene deli gözüyle bakılır her halde. Yukarıda eski dönemlerden bahsettiğimde o zamanlardaki teknoloji ve imkanlar muhteşem ötesi otomobillerin çıkması için evet biraz engeldi. Ama şimdi mühendislerin hiç bir şekilde bahane etmeye hakları olduğuna inanmıyorum. Teknolojiyi oluşturan kendileri, imkanları halk tabiriyle "oluk oluk" akıyor ee peki hala bu dönemde bile özgün olmayan kopyacı ve saçma sapan modelleri göz önüne serip bizim göz zevkimizi neden bozuyorlar? Yukarıda olduğu gibi burada da örneklerim olacak. İlk olarak kalbimin bir köşesinde yeri olan BMW'den bahsedeyim. Bought My Wife espirisini her zaman yapabileceğim bu marka teknolojik olarak iyi bir konumda olmasına rağmen yeni 5 serisi GT gibi bir model çıkartarak "böyle eşi ben napiyim" dedirtti bana. İlk gördüğümde "allahım bu otomobili nolursun BMW yapmış olmasın dedim" ama maalesef yapmışlar. Arka tasarımı tamamiyle "Notre Dame'ın Kamburu" gibi olmuş. BMW 7 serisiyle 5 serisi arasında kalan bu model tamamen satış tuzağıdır. Başka bir örnek gene Almanlardan geliyor. Karşınızda Porsche Panamera. Evet herkesin "ooo Porsche 5 kapılı otomobil yapmış" derdirten piyasaya çıktığında ilgiyi toplayan otomobildi. Ancak herkesin gene yanıldığı bi nokta dış görünümünde yaratılmış limuzin havasıydı. Porsche mühendisleri otomobili çizerlerken streching yapıyorlardı herhalde. Çünkü kaslarınızı uzatabileceğiniz en güzel hareketler strechingle yapılır. Mühendisler de kaslarını baya bir uzatmışlar ki Panamera'da da o uzun omurga ve tavan çizgisini en iyi şekilde görebiliyoruz. Bu ise otomobilin "ablak, hantal veya balina" gibi görünmesini sağlıyor. Tamam iç mekana diyecek bir sözüm yok ama otomobil bir outdoor üründür ve ilk olarak dış görünüşüyle kendine hayran bırakır daha sonra iç mekan ve motor, yürüyen aksam gelir. Ama bahsettiğim iki ayrı markanın modelleri beni ve bir çok otomobil severide hayal kırıklığına uğratmıştır.

Hala bu dönemde mühendisler böyle çirkin otomobiller yapabiliyorlarsa otomobil dünyası şuanda en çirkin dönemindedir."ES"

2 Mayıs 2010 Pazar

Ferrari mi, Lamborghini mi?


Bu gün tesadüfen habertürk'ün internet sitesinde dolaşırken ana sayfada Ferrari mi, Lamborghini mi? başlığını görünce merakla linke tıkladım. Ama öncesinde kafamda umarım bu yazıyı otomobiller konusunda ciddi bilgi birikimi olan bir kişinin yazdığını bekliyordum. Ancak unuttuğum bir nokta vardı habertürk gibi yalan dolan ve şişirme haber yazan bir kuruluşun bu konuda da bilgi sahibi olmadan bir yazı yazacağı aslında aklımın bir ucundaydı. Her neyse lafı daha fazla uzatmadan haber içeriğinden bahsedeyim. Haberin içeriğinde ilk olarak iki firmanında tarihinden bahsediliyor. Sonrasında ise sürüş ve dış görünüşleri hakkında sağdan soldan bilgilerle verilmiş içerik bulunmakta. Allahtan yazı içeriğinde çok büyük yorumlar bulunmamakta. Bu habertürk için iyi bir adımdır.

Şimdi birazda ben bu konuyu irdelemek istiyorum. Evet ilk yazımı okuyanlar bilirler ve anlamışlardır ki ben koyu bir Ferrari hayranıyım. Ama koyu olduğum Ferrari'nin sadece güzel ve iyi yönlerini anlatacağım anlamına gelmez. Başka yazılarda Ferrari'yi iyi ve kötü yönleriyle irdeleyeceğim. Lamborghini kurulduğu ilk tarihten itibaren tek amacı Ferrari'yi geçmek olmuştur. Hatta Lamborghini'nin kurucusu Ferruccio Lamborghini, Enzo Ferrari'nin kapısına kadar gelip red cevabı alınca arkasına baka baka geri dönmüştür. Bu Lamborghini için hayal kırıklığından başka bir şey değildir. Bu hırsla Lamborghini, günümüze kadar Ferrari'yi geçmek için çeşitli modeller çıkartmıştır ancak Ferrari markası sahip olduğu marka değeri ve çok iyi bir yarış geçmişinden dolayı Lamborghini'yi epey geride bırakmıştır. Taki yıl 1998'i gösterdiğinde Alman devi Audi Lamborghini'nin yapımını üstlenmiş ve yıllar geçtikçe satış rakamlarını üst seviyelere yükseltmiştir. Bu durum biraz Ferrari'ye yaklaşmasını sağlamış ama hala istediği başarıyı yakalıyamamıştır.

Ferrari'nin tarihini ve kurucusunu bilmeyen yoktur herhalde. Firma ilk kurulduğu tarihten bu güne kadar yarış deneyimi en fazla olan markalardan bir tanesi. Edindiği bu deneyim sayesinde araştırma ve geliştirmeyi en iyi şekilde yapabilen ve çıkardığı yeni teknolojileri normal yol otomobillerine hızlı bir biçimde aktarabilen nadir kurumlardandır. Tarihine geri dönersek Enzo Ferrari hep yarışlarda birinci olmayı hedefleyerek daima ileriyi düşünmüştür. Savaş zamanında bile büyük yara almasına rağmen yılmamış ve geleceğin efsanesi olmayı başarmıştır.
Şimdi gelelim neden Ferrari'nin efsane oluşu ve benim gözümde başka bir İtalyan markası olan Lamborghini'den daha iyi olduğu. İlk otomobillerin yapım aşamasından başlamak istiyorum. Ferrari, dünyada motor blokunu kendi fabrikasında üreten bir firma. Diğer parçalarında da üstünde sadece Ferrari logosu bulunmaktadır. Ayrıca ömrü boyunca süper spor bir otomobilin sadece arkadan itiş olması gerektiğini savunan ve bu zamana kadar hep böyle otomobil üretmiş olan Ferrari, Lamborghini gibi dört çeker süper spor otomobil üretme peşindede olmamış.

Size soruyorum, yarış geçmişi ortada olan,
yarış teknolojisini direkt kendi otomobillerinde kullanan, hiç bir marka desteği olmadan otomobilin bütün parçalarında sadece kendi logosu olan, dünyada ekonomik kriz olsa bile hiç bir şekilde etkilenmeyen otomobil markası hangisi Lamborghini mi yoksa Ferrari mi? Seçim sizin gerçekler ortada, tarih ortada ama asıl olan TUTKU kelimesi hangisine daha çok yakışıyor?"ES"

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Her Şey Halk İçin "Volkswagen"



Soğuk günlerin ve yokluğun getirdiği yeni düşüncelerle Alman ırkı o kötü günleri nasıl geride bırakacağını hesaplama yoluna gitmiştir. Bunun için enine boyuna bütün açılardan düşünüp, günün şartlarına karşı icatlar yapmaya kalkmıştır. Bunu başaranlar hayatları boyunca da "efsane" olarak aklımızda kalmıştır. İşte burada karşımıza çıkan marka Volkswagen. Herkes artık ezberlemiştir Türkçe'de "halk otomobili" anlamına geldiğini. Evet üretimine başlandığı ilk zamanlarda amacı halkın her kesiminden kullanabileceği bir otomobil olmasını sağlamaktı. İlk yıllarda bu amacını tamamiyle yerine getiren Volkswagen, bir kaç yıl sonra otomobil dünyasında oluşan rekabet ve müşteri isteklerinin değişmesiyle bu çizgisinden kaymış durumdadır.

Giriş yazımda da bahsettiğim gibi bilgi ve yorumlarımı yazacağımı söylemiştim. Bir Volkswagen kullanıcısı ve hayranı olarak bu konuda biraz eleştiri yapacağım. 6 yıldır Volkswagen Golf marka otomobil kullanıyorum ve şu zamana kadar otomobilimden saçma sapan bir nedenden dolayı bir problem yaşamadım veya beni yarı yolda hiç bırakmadı. 6 yıl derken 6 yıldır aynı otomobili kullanmıyorum tabii ki ilk 2000 model Golf 1.6 Comfortline'la başladım şimdi ise yine 1.6 Pacific versiyonunu kullanıyorum. Bu bölümü bir kenara bırakırsam bu günkü yazımda Volkswagen markasına neden küs olduğumdur.

Halk otomobili denilince akla ilk gelen maddeler; satış fiyatının makul olması, yedek parça sıkıntısının yaşanmaması ve satış sonrası hizmetlerinin yaygın olmasıdır. Yedek parça ve satış sonrası hizmetlerini bir kenara bırakırsak satış fiyatı maddesinde biraz durmak istiyorum. Volkswagen markası son bir kaç yılda nedendir bilemiyorum bir anda satış fiyatları konusunda beni tatmin etmeyen ve geri çekilmemi sağlayan bir politika sürdürmekte. Bu gün fiyat listesine şöyle bir göz attığımızda sıfır bir Golf'ün satış fiyatı neredeyse 40.000 TL'ye yaklaştı. Bir üst sınıfı olan Jetta'nın fiyatından bile yüksek.(1.6 litrelik motor ve manuel vites) Hemde bu fiyata alacağınız otomobil o kadar baz bir model ki neredeyse direksiyonunu bile siz takacaksınız. Bu kadar boş bir otomobili sırf rekabete ayak uydurmak için bu fiyata satıyorsanız bunu protesto ederim işte. Aynı şekilde Scirocco için, 2008 otomobil fuarında detaylı inceleme şansını yakaladığım gün benim için hayallerimin suya düştüğü gün olmuştu. İlk çıktığı zaman iç mekan detaylarının 5.nesil GTI'ın kopyası olması tamamen hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Ve Scirocco böyle kötü bir iç mekan tasarımıyla satıldı sonrasında ise, büyük ihtimal müşteri geri dönüşleriyle yeni Golf'ün iç mekanından biraz kopya çekildi ve adama döndü.

Eski topraklar daha iyi bilir her yeni Golf görücüye çıktığı zaman herkes heyecanla beklermiş ve geldiği gibi de almak için izdiham yaratırlarmış. Ancak en son çıkan 6.nesil Golf, benim gibi bir çok kişide de hiç bir heyecan yaratamadı. İşte bu maddeler ve fiyat politikasıyla da Volkswagen markası benim için "halk otomobili" sloganından epeyce uzaklaşmıştır. Neyse ki Golf'ün 7.nesli Alman mühendisler tarafından mıncıklanıyor. Umarım hepimizi heyecanlandıran bir otomobil olurda Volkswagen yetkili satıcılarının telefonlarını kitleriz."ES"
<!--