29 Ocak 2013 Salı

"Sarı Şeytan"




Megane RS Throphy (Sarı Şeytan)


Ben eskiden çok ön yargılı bir insanmışım. Yada eskiden otomobillerden bu kadar fazla anlamıyormuşum. Bu yüzden size tükürdüğünü yalamak terimi nedir yazımda bunu anlatacağım. Geçmişte benim için Renault, çabuk eskiyen, çabuk bozulan, alt kesime hitap eden, biçimsiz bir otomobildi. Bir markanın ahını almak insana çok şey öğretiyormuş. Şöyle ki, otomobil kullanmayı ilk Renault Toros'ta öğrendim, karda kullandığım ilk otomobil gene Renault ve öğrencilik hayatımda paramın Arap'lara daha az gitmesine sebep olan marka gene Renault'du. Hayat bu kadar acımasız!!! Şimdi ise bu markayı önermeyi geçtim, kendime almayı bile düşünmüyor değilim. Buradan "Fransız'ları her ne kadar sevmesemde" kendilerine teşekkürlerimi bir borç bilirim. 

Bu öğrendiğim derslerden sonra artık, marka ile içli dışlı oldum ve geçen hafta tam 1 haftalığına teste aldığım Megane RS Throphy ile güzel vakit geçirdim. Renault'un spor otomobil üreten markalara kafa tutabilecek olan modeli Megane RS Throphy toplamda 500 adet üretildi. Bana gelen araç ise 401 numaralı araçtı. Ben genelde otomobillere sıfat bulurum bu aracın sıfatı ise Sarı Şeytan oldu benim için. Aracı almak için Renault'un özel satış bölümüyle görüşmeniz gerekiyor. Sarı Şeytan Türkiye'de 3 tane satıldı. 265 Hp, 360 Nm ve 6 ileri düz vites güzel vakit geçirmenizi sağlıyor. Aracın içinde Recaro'nun ürettiği geniş yarış koltukları standart olarak geliyor. Özel üç katmanlı Sarı boyası ile İstanbul trafiğinde taksici gibi geziyorsunuz ama insanlar taksi olmadığını anladığı anda gözlerini otomobilin üstünden alamıyor. Sarı Şeytan'la haftasonu gezerken güzel anılarım olmadığı değil. Özellikle tek kapı araç kullanan bayan arkadaşlara teşekkür ediyorum. Hayatıma renk kattılar. Tabii bende onlara baya bir renk kattığımı düşünüyorum. Bunu da söylemeden geçmek istemedim. 

Üstünde standart olarak gelen 235/35/19 lastikler ile aracın yol tutuşu gayet iyi. Ama benim her zaman savunduğum bir düşünce; 200 Hp'nin üzerinde olan araçların ya 4 çeker yada arkadan çekişli olması. Arkadan çekişli araç olması her zaman tercihim 2.0 lt'lik Turbo motor, ile 0-100 km kalkış yaptığınız zaman aracın ön kısmında ciddi bir faaliyet başlıyor. Gereksiz şekilde yerinde sayma ve lastik aşınmasını maalesef engelleyemiyorsunuz. İç mekanda kullanılan malzeme kalitesi standart bir Megane'dan hiç bir farkı yok. İçinde oturduğunuzda aracın standart Megane'den farklı olduğunu sadece, oturduğunuz yarış koltukları ve direksiyon'un üstünde ki Sarı Dikiş ipliklerinden anlayabiliyorsunuz. Madem böyle bir otomobil ürettin ve iyi bir paraya satıyorsun, neden iç mekanına biraz daha fazla özen göstermezsin be allahın Fransız'ı. Görüş açıları ise hem sürücü hemde yolcular için iyi. 

Şimdi gelelim ne kadar yakıt harcadığıma. Aracı, doğum günüm olan 22 Ocak Salı günü teslim aldım o gün 50 TL, 24 Ocak Perşembe günü 50 TL, 26 Ocak Cumartesi günü 50 TL, 27 Ocak Pazar günü 50 TL olmak üzere toplam 200 TL benzin parası harcadım. Ortalama 13.6 LT'nin altına indiremedim. Böyle bir araç kullanıyorsanız yukarıdaki hesabı yapmayacaksınız. Bakın bu da benim için bir ders oldu ve baş rolde gene Renault. 

Artılar;
 * Görüntüsü (Standart Megane'nin hallicesi olduğu için ilk anda küçümsenen bir görüntüye sahip ama gazlamaya başladığınızda trafikteki diğer araçlardan takdir topluyor)
* Yol Tutuşu
* Hissiyat (Direkt çalışan direksiyon, kısa oranlı şanzıman)
* Tork (Devir bandına güzel dağıtılmış)

Eksiler;
*Egzos Sesi
*İç Mekan Dizaynı
*Frenler (Bu konuda test aracı beni yanıltmış olabilir belki)    

 Öneri;
 * Bu aracı almak için ya Renault markasına aşık olmanız gerekiyor yada cebinizde çok paranız vardır nereye harcayacağınızı bilmemiyorsunuzdur gidip böyle bir delilik yapmak istersiniz anca o zaman almak mantıklı. Türkiye'de bu araç için yüksek vergi olmasa bu araç senede 20 tane rahat satar. Ancak yüksek vergiden dolayı aracın fiyatı 130.000 TL civarlarında. Şimdi bana soruyorsunuz sen olsan alır mısın diye? Cevabım hayır almam, çünkü yukarıda savunduğun bir fikir var 200 Hp üstünde önden çekişli bir araç kullanmak istemem. Benim sınırım 200 Hp, üstünde çıkınca araçtan biraz daha hissiyat beklerim. Bu hissiyatı da ancak ve ancak arkadan itişli bir araçtan alabilirim.

Aşağıda Megane RS Throphy ile yaptığım 0-230 Km testini izleyebilirsiniz. Sabah saat 04.00 ve yoğun yağmurda yapılan bu test biraz olsun aracın hızlanması konusunda size fikir verir umarım.







23 Ocak 2013 Çarşamba

Mercedes "A"lfabesi...


Mercedes A 200 AMG

Yıl 2001, otomobil dünyasını yakından takip eden ben şok içindeyim. Hayatım boyunca çirkin otomobiller gördüm ama bu çirkin otomobiller genelde sevmediğim markaların modelleriydi. Ama hayranı olduğum bir markanın böyle bir model çıkartması ve bunu bütün dünya pazarına sunması beni hayal kırıklığına uğrattı.

"Hadi açıkla bu marka hangisi?" dediğinizi duyuyorum. 2001 yılında beni bu kadar şok eden ve o markanın hayranı olarak beni mutsuz eden dünyaca ünlü marka MERCEDES-BENZ. Evet yanlış okumadınız, 2001 yılında Mercedes A serisi'nin dünya lansmanı yapıldığında söylediğim cümleler "bu model Mercedes'in yaptğı bir çalışma olamaz.", Mercedes'in "A"lfabesi şaşmış. Dizayn ekibinin tarihine kara leke olarak geçen A Serisi, benim gibi düşünen bütün otomobil yazarları tarafından eleştrilere maruz kalmıştı.O kadar kötü bir otomobil olmuştu ki, ilk yapılan testlerden hep kalıyordu. (Çarpışma, Geyik, Fren vb....) Daha sonra mühendisler aracın boyutunu uzatarak yol tutuşunu iyileştirme çabalarına gitmişlerdi ancak atladıkları önemli bir noktsa vardı DİZAYN. Mercedes A Serisi'nin dizaynı yol tutuşunun iyileştirilmesine rağmen hala aynıydı. Yüksek oturma poziyonu, kötü yan ayna dizaynı, kalitesiz iç mekan, özensiz ön ve arka tasarım vb... Mercedes denilince akla sedan, oturaklı, arkadan itişli, ferah otomobil gelir. Ama anlam veremedğim bir şekilde Almanlar bütün bu sıfatları bir kenara koyup yeni bir akım başlatmak istediler. Yukarıda bahsettiğim gibi, A Serisi'nin ilk çıktığı zaman bende çok büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Bu hayal kırıklığı, içimdeki Mercedes dünyasında A Serisi diye bir modeli silmişti. Taa ki 2013 yılında tanıtılan yeni A Serisi'ne kadar.

Geçen hafta Cuma-Pazartesi şahsıma gelen Mercedes A 200 AMG paket test aracı benim A Serisi geçmişimi tamamen değiştirdi. 2001 yılından beri aklıma gelen bütün küfürleri ettiğim mühendisler sanki beni duymuş ve benim bir önceki A Serisi'nde şahid olduğum bütün eksi noktaları bir bir artıya çevirmişlerdi. İlk olarak iç mekan ve dış karoser dizaynından bahsetmek istiyorum. İç mekan çizgileri Mercedes'in mevcut modellerinin ayınısı değişik olarak orta konsolda bulunan MMI Ekranı bulunuyor. Dış karoser dizaynı ise gerçekten etkileyici. Aracı aldığım ilk gün otomobillerden anlayan kız arkadaşımı iş çıkışında almaya gittim. Otopark'ta beklerken kapıdan geldiğini gördüm ve aracı çalıştırıp ileri aldım ve binmesini bekledim. Araca bindiğinde "dışardan çok güzel gözüküyor" dedi. Bunu anlatmamın sebebi, Mercedes bu sınıfta (eski A Serisi'ne göre) gerçekten etkileyici bir şaheser meydana çıkartmış.

Gelelim sürüş deneyimlerimize. Test aracının üstünde bulunan AMG'nin 18" jantlarıyla araç gereğinden fazla sertlikte. Buna paralel olarak aracın yol tutuşu tabii ki beklenen gibi iyi. Direksiyon'un direkt çalışması ise gayet tatmin edici. Ancak araçta beni etkilemeyi başaramayan 2 nokta vardı. İlk nokta, 7G Çift Kavramalı şanzıman. Çift kavramının mucidi Almanlar maalesef bu araçta kalitelerini gösterememişler. 156 Hp 250 Nm tork değerine sahip Mercedes A 200 motor ve şanzıman uyumundan sınıfta kaldı. Bunu şöyle açıklamak istiyorum. Düşük devirlerde şanzıman tork konvertörlü ZF şanzıman gibi tepki veriyor buna karşılık üst devirlerde her hangi çift kavramanın vites geçişlerinin 0.001 Ms olması gerekirken, A 200 bunu çok daha geç yaparak çift kavrama özelliği hissi vermiyor. İkinci ve bence en önemli hissiyat noktası ise Egzos sesi. Tamam kullandığım araç Mercedes ama madem böyle aykırı karaktere sahip bir araç yaptın, bunu egzos sesiyle taçlandırman gerekiyor bence. Bu durumu ne yaptıysam maalesef pozitife çeviremedim. Egzos sesi için illa ki İskender'e gidip elletmek gerekiyor canım aracı.

Yazıyı daha sıkıcı hale getirmemek için aşağıda artılar ve eksiler olarak size bazı notlar sunuyorum;

Artılar;

*Aykırı Dizayn
*Mercedes Kalitesi (Ufak tefek iç mekanda kalitesiz yerler var ama çok büyütmeye gerek yok)
*Görüş Açıları
*Yol Tutuşu
*İç ve Dış Aydınlatma
*Konfor (Maalesef düzgün yolda diyebileceğim)

Eksiler;

*Sürüş Poziyonu (Bir önceki versiyonuna göre iyi ama oturma merkezin daha aşağı alınabilir)
*Tüketim (141 Km yol yaptım 11 Lt / 100 Km sonuç çıktı)
*İç Mekan Ferahlığı (İç mekan rakibi BMW 1 Serisi'ne göre daha dar)
*Ses Sistemi ( Test aracında Harman Kardon ses sistemi vardı. Ama beklenen performans yoktu)
*MMI Ekranı (Ekran boyutu küçük daha büyük ve ince olması daha şık gösterir)
*Sertlik (İstanbul yolları için gereksiz sertlikte) 
 *Şanzıman 



Önerim;

Eğer Mercedes A Serisi düşünüyor ve benzinli düşünüyorsanız A 250 tavsiye edilir. 211 Hp, hızlı vites geçişleri... Dizel düşünüyorsanız size kötü bir haberim var, şu anda Türkiye'de Otomatik vites seçeneği bulunmuyor. Ben olsam Mercedes A Serisi alır mıyım? BMW 1 Serisi kullanmadan bunu size söylemeyeceğim... Hepinize iyi sürüşler emniyet kemeri takmayı unutmayın..... 




ECO Drive Göstergesi

Yakıt Tüketimi









17 Ocak 2013 Perşembe

"Standart Opsiyon"



Her halde bu yazım bu güne kadar yazdığım en kolay yazı oldu. Çünkü küçük yaşlardan beri otomobil dergileri içinde boğulmam, tamircileri pür dikkat izlemem, bugüne kadar bana insanların 0 km otomobil seçme kriterlerini nasıl belirlediklerini öğretti. Bunun için bu yazıyı çok kolay hazırladım.

Otomobillerin hayatımızın bir parçası olmadığını savunan kişilerin, savundukları bu düşünceyi her yıl ODD'nin açıkladığı otomobil satış rakamlarına bakarak bir kez daha gözden geçirmesini tavsiye ederim. Artık standart opsiyon haline gelen her eve bir araba kampanyaları ile otomobil sahibi olan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Peki otomobil almak için showroom'ları ziyaret eden insanların bu seçimi yaparken ne kriterleri var?

Ben bu blog'u her zaman kendi düşüncelerimi rahatca söylemek için açtım. Şimdi aynı şeyi yapacağım. Türkiye'de maalesef benim hiç hoşuma gitmeyen ve sadece Türk insanına özgü SEDAN otomobil çılgınlığı yaşanıyor. Tamam kabul ediyorum, Sedan otomobilin iç hacmi geniş, bagaj hacmi desen bizim gibi gezmeyi seven ve bu gezilerde seyyar tüpü ve mangalını yanından ayırmayan bir toplum için mükemmel. Ee peki be kardeşim madem bu kadar geniş otomobil istiyorsun o zaman Station Wagon al. Yok efendim almam! Biz Sedan'a alışığız. İşte o zaman bende derim ki bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Evet ilk opsiyon Sedan olsun. Otomobilin karoser şeklini belirledikten sonra gelelim renk seçmeye. Sadece Türk halkına özel olarak, seçilecek araç renginin 2.el pazarı'nda değer kaybetmeyecek şekilde olması. Araçların renkleri şu şekilde; Siyah (burada herkes Polat Alemdar), Beyaz (Güneş ışığını çekmesin), Füme/Gri (Aman dikkat çekmeyeyim). Bu 3 rengin üretim dünyasında stoklarının bitmesi için dua ediyorum. Yavv bu kadar marka ve kendilerine has renkler var neden bu 3 renkte takılıp kalıyoruz anlamış değilim. İkinci opsiyon Standart 3 Renkten biri olsun. Rengi belirledikten sonra gelelim motor seçeneğine. Bu nokta aslında çok hassas ve hesabının iyi bir şekilde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda bu yazıyı okuyan arkadaşın bana serzenişte bulunduğunu duyar gibiyim. Sen salak mısın? "Tabii ki Türkiye'nin şartlarına baktığında Dizel motordan başka birşey almak ahmaklık olur" diyorsun ama işte öyle olmuyor o. Bunu kalem kağıdı eline alıp hesap kitap yaptığın zaman karşına çıkacağına inananlardanım. Günde yaptığın KM burada baş rolde. Çünkü zaten dizel otomobile başta verdiğin fiyat farkı, Aylık ve Yıllık bazda yaptığın KM'yi karşılamıyorsa Dizel otomobil almak bazen KAR değil ZARAR olabilir. Bu yüzden bunu iyi düşünüp karar vermek lazım. Ama ben bu konu hakkında ne kadar yazı yazsam hiç bir işe yaramaz. Tüketiciler zaten dizel otomobil pazarını uçurdu. Onun için üçüncü opsiyon Dizel olsun.

Türkiye'de otomobil seçim kriterlerini yukarıda kalın harfler ve altını çizerek gösterdim. Bütün bu kriterlere eklenecek o kadar çok nokta var ki sabaha kadar yazmam lazım. Ama o zamanda sıkıcı olurum. Umarım yazıdan keyif almışsınızdır. 

10 Ocak 2013 Perşembe

Alman'lar ve Otomobilleri

Otomobil dünyası gerçekten büyük ve bir o kadar dinamik bir dünya. Bu dünya içinde yenilikleri takip etmek için otomobilleri çok sevmeniz gerekiyor. Çünkü neredeyse her gün yeni bir bilgi bizlere aktarılıyor. Tabii ki bazı değişmeyen şeylerde yok değil. Bunların başında Alman'lar ve otomobilleri geliyor.

Her sene olduğu gibi bu senede Alman'ların otomotiv dünyasında çok ilgi çektiği değişmez bir gerçek. Ama bence 2012 sonu ve 2013 başlangıcı Alman'ların yılı oldu ve gelecek yıllarda kendilerinden çok söz ettirecekler.  Bu ülke insanlarının bu kadar istikrarlı olması beni gerçekten büyülüyor. Kim nederse desin otomotiv dünyasının değişmez liderleri Alman'lar. Ellerinde bulundurdukları markalar ile bunu kanıtlıyorlar; Mercedes, BMW, Porsche, Lamborghini, Audi, VW ve dahaları....

Bana göre bu seneye damgasını vuracak modeller;

*Mercedes yeni A Serisi
*Mercedes yeni S Serisi
*Mercedes CLA
*BMW yeni 4 Serisi (Coupe Konsept)
*Porsche Carrera (911 Turbo)

Yukarıdaki modellerin 2013 yılında çok konuşulacağı şimdiden kendini belli etti bile. Bu konuda bana katılmak isteyenler yukarıdaki araçları internetten araştırıp inceleyebilirler....







2 Ocak 2013 Çarşamba

Otomobil Kondisyonu









Otomobillerin hayatları, dizaynırların düşüncelerini kağıda aktarmasıyla birlikte başlar. Sonrasında ise yine markaların pazarlama ve satış stratejileriyle birlikte nihai tüketiciye ulaşır ve o otomobilin hayatı başlamış olur. Peki bundan sonrasında otomobillerin hayatları nasıl devam etmelidir?

Tüketicinin, otomobilini ne kadar sevdiğini ve onla nasıl bir zaman geçirdiğiyle doğru orantılıdır bu durum. Mala hizmet edecen ki o da sana hizmet etsin. Bu lafı otomobiller için çok kullanırım. Çünkü otomobiline ne kadar iyi bakarsan otomobilin seni hiç üzmez ve görevini en iyi şekilde yapar. Tabii bu durum Türkiye'nin yol şartları ve sürücülerin eğitimsizliği ile maalesef ülkemizde geçerli olamıyor. (Yol şartları ve eğitimsiz sürücüler ayrı bir vaka unsuru)

Geçen günlerde otomobil hastası olan bir arkadaşımla bu konuyu uzun uzun konuştuk. Kendisinin çok temiz bir BMW'su vardı. Otomobiline o kadar çok bakıyor ve sahip çıkıyordu ki satmaya kıyamadı. Ben hayatımda çok nadir temiz 2.el araç gördüm ama onun aracı kadar temizini görmedim. Kendisi zaman zaman aracın altını bile yıkatıyordu artık gerisini siz düşünün. Her neyse, konuşmamızda şöyle bir konu geçti. Yurtdışında 2.el araçların kondisyonlarının ne kadar iyi olduğu-Burada size tavsiyem lütfen herhangi bir avrupa ülkesine gittiğinizde sokaklarda dolaşan araçlara daha dikkatli bakın. 20 senelik araçların bile bugün 0 km bir araç kondisyonunda olduğuna şahit olacaksınız. Telefon konuşmasının devamında ise, ülkemizde araçların çok çabuk kondisyonlarının bozulduğuydu. Evet, bu konu benim kafamı o kadar çok kurcaladı ki kendi gözlemlerim ve ufak bir araştırmadan sonra ülkemiz yollarında gezen 2 yaşında bir aracın herhangi bir avrupa ülkesinde gezen 4 yaşında ki aynı araca göre çok daha çabuk yıprandığı oldu. Yani kısaca ülkemizde araçların yaşlanması avrupa ülkelerine göre 2 kat daha fazla.Şimdi bana diyeceksiniz, bu ülkede insanlar bile aynı hızla yaşlanıyor otomobiller yaşlanmış çok mu? Evet doğru yanlış diyemem ama bu durumu sadece çevre faktörlerine bağlamamak gerekiyor.

Türkler olarak maalesef her konuda olduğu gibi otomobiller konusunda da hiç özenli davranmıyoruz. Size soruyorum yüzde kaçınız aracın bakımlarını aksatmıyor? Yada kaçınız aracın bir arızası olduğu anda aracını tamire götürüyor? Bunun için otomobilinizi çok sevmenize gerek yok. Çok basit bir mantık var, kolunuz kırıldığında "amaan şimdi doktora mı gideceğim alırım ağrı kesici sonra bir bandaj kendi kendine iyileşir" mi diyoruz? Hayır hemen acil doktora gidiyoruz. Peki neden aracımızın konsolunda arıza ışığı yandığında hemen tamire gitmiyoruz? (Yada her hangi bir yerinden ses geldiğinde) İşte bu yüzden ülkemizdeki araçlar çok daha çabuk eskiyor. Çünkü o anda siz arızayı yaptırmaz yolunuza devam ederseniz bu durum kanser gibi aracın her tarafına yayılabilir ve aracınızın direkt kondisyonuna etki edebilir.

Türkiye'nin kötü yol şartları, düzensiz sinyalizasyonlarını, kirli yollarını bu yazımda ele almayacağım çünkü otomobillerin kondisyonunu korumak ilk olarak sürücülerden başlar. İlk önce iğneyi kendimize batıralım ondan sonra diğer şartlar konusunda eleştiri yapalım. Sizden ricam lütfen aracınıza temiz bakın hiç bir sorununu es geçmeyin.